Ömürler
birer rüya.. Her ne kadar cismaniyet tezahür etse de aslında bir ruhi
s/açılma. Bugün hepimizin önünden geçen güzellikler kamufule olduğu için mi, yoksa bakamadığımız için mi görünmez bize ? Zaten filmin antresinde karşılıyor
bizi ''Bülbül oldum firdevs bağında öttüm / Bir zaman gül için zara düş oldum'' diye Haydar
türküsü. Sonra ara ara girip ''Yunus Emre Divanı'' tamir ediyor gözlerimizi, ama
görene.
Beyaz
havluların akışkanlığında kardeşi ile kaderini kurgulayan yönetmen/ler; akşama
travmayı standart, sevgiyi opsiyonel kılarak Müslüm' ün psiko-sosyolojik yapısı
hakkında önsözü söylüyor. Filmin hiç bir yerinde neden-niçinine
rastlayamadığımız göbek adı ''baba'' yı, baba Turgut Tunçalp nefretimizi celb
ederek, şeceresini yazıyor hafsalamıza. Ayça Bingöl' ün temelini attığı Müslüm'
ün, yine bir kadın mimar Zerrin Tekindor çatısını inşa ediyor. Altyapı Şahin
Kendirci de ! Sevda yüklü kervanların sahibi; fedakar, mütevazi ve yükün
hakkını veren Timuçin Esen. Ne ki hikmeti ondan öğrenen Müslüm' ün başına gelen
en güzel şey, bu yapının arsasını hibe eden; Limoncu Ali / Erkan Can. Hep
alkışlanası...
Sonra
sahne ile kuşatılıyoruz.. Trajedi yerini basamaklara bırakırken kopukluklar,
soru işaretleri dahil oluyor vizöre. Dar açı portreler ve sürekli değişken bakınmalarla
odaklanmayı örseliyor. Ve başka figürlere yer verilmiyor, sanki
eksik/subjektif değerlendirilmiş veya aceleye gelmiş Müslüm. Hadi bu bağlamda
''Ray'' bir başyapıt ama keşke yapımcılar country
müzik yapan Johnny Cash’in hayatını sergileyen ''Walk The Line'' ı
irdeleselerdi ? Belki o zaman Müslümcüleri dinler, ve anla(t)maya
çabalarlardı ?
“Ne karaymış şu alnımın yazısı“ diye başlayan filmi ve hayat
hikayesini, Muhterem Nur aydınlatıyor. Ne yazık ki Müslüm' ün yaralandığı yerden
geçen destansı aşkta hızlıca evriliyor filmde. Bir de kaybolmak istediğimiz,
yelkenimize rüzgar olsun diye geldiğimiz sesi vardı babanın..? Hani d/okunmayan
kulaklarımıza ! Buradaymış ve adres sormuyormuş gibi.. Velhasılı aradıklarımız
bulduklarımızı hep yendi!
Müslüm
Baba sosyolojik bir mevzuu. Zira trajedisi, kitlesi, türküleri, seveni ve
sev(e)meyeni ile ciddi bir ders. Psikolojik bir ihtiyaç belki de ? İnanarak ve
yaşayarak okuyup bunu dinleyene bulaştıran kaç kişi var şimdilerde ?
Gönülde açmayan çiçeğin solacağını söyleyen Müslüm Gürses in ruhu şad olsun..