29 Kasım 2018 Perşembe

MÜSLÜMbaba

 Ömürler birer rüya.. Her ne kadar cismaniyet tezahür etse de aslında bir ruhi s/açılma. Bugün hepimizin önünden geçen güzellikler kamufule olduğu için mi, yoksa bakamadığımız için mi görünmez bize ? Zaten filmin antresinde karşılıyor bizi ''Bülbül oldum firdevs bağında öttüm / Bir zaman gül için zara düş oldum'' diye Haydar türküsü. Sonra ara ara girip ''Yunus Emre Divanı'' tamir ediyor gözlerimizi, ama görene.
 Beyaz havluların akışkanlığında kardeşi ile kaderini kurgulayan yönetmen/ler; akşama travmayı standart, sevgiyi opsiyonel kılarak Müslüm' ün psiko-sosyolojik yapısı hakkında önsözü söylüyor. Filmin hiç bir yerinde neden-niçinine rastlayamadığımız göbek adı ''baba'' yı, baba Turgut Tunçalp nefretimizi celb ederek, şeceresini yazıyor hafsalamıza. Ayça Bingöl' ün temelini attığı Müslüm' ün, yine bir kadın mimar Zerrin Tekindor çatısını inşa ediyor. Altyapı Şahin Kendirci de ! Sevda yüklü kervanların sahibi; fedakar, mütevazi ve yükün hakkını veren Timuçin Esen. Ne ki hikmeti ondan öğrenen Müslüm' ün başına gelen en güzel şey, bu yapının arsasını hibe eden; Limoncu Ali / Erkan Can. Hep alkışlanası...
 Sonra sahne ile kuşatılıyoruz.. Trajedi yerini basamaklara bırakırken kopukluklar, soru işaretleri dahil oluyor vizöre. Dar açı portreler ve sürekli değişken bakınmalarla odaklanmayı örseliyor. Ve başka figürlere yer verilmiyor, sanki eksik/subjektif değerlendirilmiş veya aceleye gelmiş Müslüm. Hadi bu bağlamda ''Ray'' bir başyapıt ama keşke yapımcılar country müzik yapan Johnny Cash’in hayatını sergileyen ''Walk The Line'' ı irdeleselerdi ? Belki  o zaman Müslümcüleri dinler, ve anla(t)maya çabalarlardı ?
 “Ne karaymış şu alnımın yazısı“ diye başlayan filmi ve hayat hikayesini, Muhterem Nur aydınlatıyor. Ne yazık ki Müslüm' ün yaralandığı yerden geçen destansı aşkta hızlıca evriliyor filmde. Bir de kaybolmak istediğimiz, yelkenimize rüzgar olsun diye geldiğimiz sesi vardı babanın..? Hani d/okunmayan kulaklarımıza ! Buradaymış ve adres sormuyormuş gibi.. Velhasılı aradıklarımız bulduklarımızı hep yendi!
 Müslüm Baba sosyolojik bir mevzuu. Zira trajedisi, kitlesi, türküleri, seveni ve sev(e)meyeni ile ciddi bir ders. Psikolojik bir ihtiyaç belki de ? İnanarak ve yaşayarak okuyup bunu dinleyene  bulaştıran kaç kişi var şimdilerde ? Gönülde açmayan çiçeğin solacağını söyleyen Müslüm Gürses in ruhu şad olsun..


27 Kasım 2018 Salı

WESTWORLD / IMDb-9,0


Tüfek icat oldu mertlik bozuldu veya ütopya da distopik enflasyon..


 Sanatsal  bir hazzı bile makinelere terk eden insanoğlunun hikayesi  19. yüzyılda otomatik bir piyano ile başlamış. Dizide her ne kadar Anthony Hopkins başrolde olsa da gizli özne daima yapay zekanın atası olan otomatik/mekanik piyanodur. Belki de tınısı kıyametin girizgah notalarıdır? Zira insan, sonunu kendi eliyle inşa ediyor. Ne ki ön camımızda ki hayvanatın kan izleri bunun yegane destekçisi değil mi? Fabrikalar açıldığında emekçiler kazanacak denildi ve fakat olmadı, işçiler işsiz kaldı. Galiba teknoloji de ilerlerken insanlıkta geri kaldık..? Evet kıyamet kopacak ve bunu insandan başkası başaramayacak !


 Westworld tam da burası, bu dünya belki de? Host yani ev sahibi olan bizler, gerçek miyiz? Bize söylenen bir sonraki hamleyi yapmak için hazırda mı bekliyoruz? Veya bu sahnede bir piyanoyuz piyanistin elinde mekanik sesler çıkartan?  Ama şunu görüyoruz ki acı, biz hostlar için hep bir basamak. Zira bilinci dürtüp kendine getiriyor ve bize insan olmanın sermayesinin meşakkat olduğunu anlatıyor.. Çünkü aşkta, inançta acıyla kabil.

 Dizide ki motto; ''Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulur'' alelade bir seçim değil.  Nitekim hırs, hedefe ve şiddete gebe. Bu da ütopik hafızamızda kurduğumuz ülkenin distopik itirafına dönüşüyor. Kısır döngüsel izdüşümün imzasını atıyoruz sürekli. Özgürlük talebimiz cehennemimiz olacak bu gidişle.  Lakin insanoğlunun sıfır hata(!) ile ürettiği yapay zekanın, insanın bu dünyaya zarar veren bir tür olduğunu kanaat getirmesinden anlıyoruz ki;  insan, kendinden daha korkunç bir şey üretemez! Kapalı döngüler, çıkmaz sokaklar ve korkunçluğunun sınırı olmayan insanoğluna atfen Teddy nin Dolores e muhasebetik vasiyeti ; Onlar kadar kötü olacaksak yaşamanın ne manası var ?

 Mesele bu sahnede soru sormaktan, tercih yapmaktan sakınmadan yani robotlaşmadan senariste ve taksimatına sadık kalmak yani hakikatten yana taraf olmak. Yalnız kalmayı göze almak. Velhasılı, sofistike bir yolcu olan insanın özü özgürlükmüş. Özgürlük ise bir armağan değil zincirlerimizden kurtulmak için vermemiz gereken bir mücadele imiş. Bırakalım son noktayı William Shakespeare koysun: ''Pırlantaların en değerlisini içimde taşıyorum, o da vicdanımdır.''